Kişilik Gelişimi


face-657291_1280
Kişilik gelişimi, doğuştan var olan gelişmemiş yetilerin zamana bağlı olarak kendiliğinden kazanımı olan olgunlaşma ile öğrenmeye bağlı bireyleşme ve toplumsallaşma dinamiklerinden oluşan bir süreçtir.

Örneğin, yürüme evrimsel olarak kodlanmış bir yetenek olup, öğrenmeden bağımsız olarak 11–14. aylarda otomatik olarak gelişecektir. Konuşma da, çocuğun doğal yapısında bulunan evrimsel bir yeti olmakla birlikte eğitimin de rolü vardır. Konuşulan dilin türü öğrenme ile şekillenir ve 12–15. aylarda çocuk konuşabilecek olgunlaşma düzeyine gelir.

Gebelik ayları ve çocukluğun ilk yılları insan yavrusunun nörobiyolojik gelişiminin en hızlı olduğu dönemlerdir. Bu dönemde dıştan ve içten gelen olumlu ve olumsuz uyaranların etkisi büyüktür. Karşılaşılacak olumsuz uyaranlar yaşam boyu sürecek bedensel ve ruhsal aksaklıklara sebep olabilirler.

Kişilik gelişiminde Freud'un ruhsal-cinsel (psikoseksüel) ve Erikson'un ruhsal-toplumsal (psikososyal) gelişme ilke ve dönemleri temel alınmaktadır.

Freud'un psikoseksüel teorisinde cinsellik sadece cinsel birleşme, üreme amaçlı duygu ve eylemler olarak algılanmamalıdır. Burada anlatılan haz veren herhangi bir eylem ya da uyarana organizmanın yönelişidir. Tersinden okursak sevilen, haz veren, doyum sağlayan her nesnenin cinsel niteliği vardır. Freud'a göre ruhsal-cinsel gelişme dönemlerindeki sorun ve saplantılar nevrozların kaynağını oluşturur. Yaşam enerjisinin kaynağı olan libido (cinsel dürtü) kuramında her dürtünün bir amacı, nesnesi ve kaynağı olduğuna inanılır. Libido kaynağını libidinal ya da erotojen zon olarak bilinen oral, anal ve genital bölgelerden alır. Dürtünün amacı boşalma ve doyum, nesnesi ise bunu sağlayacak herhangi bir şeydir. Çocuk ilk yılda emme yoluyla biyolojik ve ruhsal açıdan doyum sağladığından bu çağa oral dönem denmiştir. Bu şekilde dürtülerin kaynağı, yönelişi, dışa vuruluşu baz alınarak farklı çağlar tanımlanmıştır. Bir dönemin özelliklerini ileri dönemlerde de taşımak o dönemde saplanıp kalmakla olur ve o dönemle adlandırılan kişilik yapıları oluşur.

Erikson'un psikososyal gelişim kuramı da, Freud'la birçok ortak noktayı içermekle birlikte, ego psikolojisine, toplumsal gelişim teorisini ekleyerek yeni bir boyut kazandırmıştır. Erikson'un aşamalı oluşum ilkesine göre gelişme bir taban plana göre, belli zaman ve sıraya göre oluşur. Her dönem, bir sonraki için basamak oluşturur ve erişilen bir dönem önceki dönemlerin etkisi ile şekillenir. Her dönemin kendine özgü gereksinimleri, görevleri, sorunları ve kriz durumları vardır. Normal kişilik gelişimi tüm bunların uygun zamanda tamamlanması ve sonraki aşamaya geçilmesi ile mümkündür. Erikson, her dönemin ağırlık noktasının simgesel değil, tüm organizmaya dağıldığını kabul eder. Örneklersek, oral dönemde temel işlevi içe alma (inkorporasyon) olan ağzın yanında, annenin sesi, sevgisi, teninin sıcaklığı, dokunuşu gibi tüm duygusal içe alımlar da bir çeşit beslenmedir ve tüm duyu organlarına hitap eder. Erikson, içe alımda toplumsal işleve de önem vermiştir. Oral dönemde çaresiz ve bağımlı olan bebek, ancak çevrenin vermesi ile yaşamını sürdürebilirken, onun çaresizliği yanı sıra içe alabilme yetisi çevrenin de vericiliğini sağlamakta, onu doyuranlarda iç huzuru sağlamaktadır. Böylelikle toplumsal alışverişin temelleri atılmakta, alma-alabilme yetisi giderek verme-verebilme yetisini de kazandırmaktadır. Bir dönemin tamamlanması, o döneme özgü bir benlik sorununun çözülüp, bir gelişmeyi tamamlayıp, her dönemin kendine özgü kriz dönemecini aşmasıyla olacaktır. Bundan dolayı her dönem birbirine karşıt iki öge ile adlandırılır. Örneğin; dürtüsel yönden oral dönem olarak isimlendirilen ilk dönem Psikososyal yönden temel güven-temel güvensizlik dönemidir. Önemli olan iki karşıt ögenin birbirini dengelemesi ve olumlu ögenin ağır basmasıdır. Erikson, bu dönemleri insanın sekiz evresi olarak tanımlamıştır. Bu evreler arasında katı, kesin sınırlar yoktur.

Oral Dönem / Temel Güven-Güvensizlik:

0–12 ayı içine alan bebeklik dönemidir. Bebeğin tüm dünyası doyurulması, altının temizlenmesi, bakımıyla elde ettiği haz ile bunların karşılanmaması durumunda duyduğu acıdır. Bebek, haz ve acı veren uyaranlara bütün bedeniyle tepki verir. Temel hedef haz ilkesidir ve doğal dürtülerinin hemen doyurulmasını, gerginliğin hemen giderilmesini ister. Henüz dürtülerini bekletebilecek, erteleyebilecek gücü yoktur.

Dışarıdan bakıma tümden bağımlı olan bebek, ancak anne ya da anne yerine geçebilecek biri ile varlığını sürdürebilir. Tüm yaşam ağız ve dudak bölgesine bağlıdır. Bu nedenle Freud tarafından oral dönem olarak adlandırılmıştır. Emerek haz duymanın beslenme işlevi yanında duygusal haz sağlama rolü de vardır. Psikanalitik yaklaşımda, bu dönemde erotojen bölge ağız ve çevresidir.

Oral dönemde ağız bölgesinin temel işlevi içe-almadır. Erikson içe-alma (inkorporasyon) işlevini genişleterek görme, işitme, koklama, dokunma gibi tüm duyu organlarının da içe-alma fonksiyonunu yaptığını kabul etmiştir. Bu nedenle oral dönem, ağız-solunum-duyu dönemi olarak da isimlendirilir.

Çocuk ağız ve duyu organları yoluyla kendisine verilenleri içine alırken, bireysel alma ve elde etmenin yanında toplumsal anlamda almayı ve elde etmeyi de öğrenmektedir. Bu sayede insan yaşamının en temel psikososyal davranış biçimi oluşur, "almak ve vermek".

Çocuğun açlık, susuzluk, uyku, temizlik gibi her gereksiniminde anne veya anne işlevi gören bir bakıcının varlığı, bebeğin bilişsel dünyasında sürekliliği olan bir nesne tasarımı geliştirmekte, bu da bir nesne ilişkisi doğurmaktadır. Anneye olan bağımlılık, 3–6.aylarda bağlanma duygusuyla pekişmekte, anneden ayrılıklar bunaltı yaratmaktadır (seperasyon anksiyetesi-ayrılma bunaltısı). Bu dönemde en önemli güven kaynağı, devamlılığı olan anne ya da anne bakımı veren bakıcıdır. Çocuk yuvalarına bırakılmış olma gibi sürekli bakım vermenin bozulduğu ve bakıcıların sık değiştiği durumlarda çocuğun motor, bilişsel, duygusal ve sosyal gelişimi önemli ölçüde bozulmakta, gerilemektedir. Bağlanma duygusu yerleştikten sonra anneden ayrılma ve bu ayrılmanın uzun sürmesi kişilik gelişimine büyük zarar verebilmektedir. Bunun özü "temel güvensizlik duygusu" dur.

Oral dönemde temel işlev içe-alım, temel davranış bağımlılık, edilginliktir. Yetişkin kişi oral saplanma belirtileri gösterirse aşırı isteyici, hep başkalarından almaya alışmış, bağımlı hale gelir.

Oral dönemde oluşması gereken ruhsal yapı taşı "temel güven duygusu" dur. Bu da bakıcının sürekliliği ve bakımın niteliğine bağlı oluşur.

Anal Dönem / Özerklik Dönemi:

On ikinci ayın sonundan üçüncü yılın ortalarına kadar uzanan, psikanalitik kurama göre anal ve üretral bölgelerin cinsel haz bölgeleri olarak ön plana çıktığı dönemdir. İdrarının ve dışkısını kontrol yetisini kazanmaya başlayan çocuk kakasını ve çişini bırakarak ya da içeride tutarak haz duymaya başlar. Kakasını ve çişini annenin istediği yerde yapması, anne ve çevre tarafından sevinçle karşılanır, ödüllendirilir. Çocuk böylelikle ilk kez toplumun iyi, kötü, doğru, yanlış, ayıp gibi değer ve yargılarıyla karşılaşmakta, toplumsallaşmanın temelleri atılmaktadır.

İdrar ve dışkı işlevleri ile ilgili yetiler, bu dönemde çocuğun çevre ile etkileşim ve iletişim aracıdır. Kızdığında çişini ya da kakasını olmadık bir yerde bırakabilmesi onun için bir silahtır. "Anal-sadistik" dönem olarak da adlandırılan bu dönemde çocuk ters, inatçı, dağınık, zaman zaman yumuşak, tatlı, sevecen, severken ısırıp yüz tırmalayabilen, dışkısını bazen ısrarla tutup, beklenmedik bir yerde bırakarak ortalığı kirleten davranış ve zıtlıklar gösterebilir. Yani çocuğun davranışlarına ambivalans (iki değerlilik) hakimdir. Bu karşıt duygu ve eğilimlerin aynı anda bulunması demektir. Öperken ısırmak bu tarzda bir eylemdir.

Yatay ve bağımlı varoluştan, dikey, hareketli ve özerk varoluşun ilk adımlarının atıldığı bu dönemde çocuk, birbirine karşıt iki eğilim arasında bir seçim yapabilme yeteneğini kazanmaya başlayacaktır.

Oral dönemin ilk toplumsal örüntüsü almak-almayı bilmek iken, anal dönemin toplumsal örüntüsü tutmak-bırakmaktır. İdrar ve dışkıyı tutup bırakabilme yetisiyle başlayan bu örüntü zaman içinde insanları, eşyayı, malı-mülkü, parayı, sevgiyi, alışkanlıkları tutup bırakabilme yetisine dönecektir. Kimileri kin, yıkıcılık, saldırganlık gibi dürtü ve duyguları sıkıca bastırıp, tutuculuk eğilimi gösterirken, kimileri de tüm eğilimlerini kolayca ortaya serecek, rahat bir bırakıcılık ve boş vermişlik göstereceklerdir.

Bu evrede çocuğun zıtlıklar ve eş zamanlı karşıt eğilimler arasında seçim yapabilme yetisi ebeveynler tarafından aşırı baskı, sert ve tutarsız yaklaşımlar ile köreltilmemeli, bu yetinin aşırı uçlara kaymasına fırsat verilmemelidir. Çocuğun seçim yapma yetisini ve özerklik duygusunu zedeleyecek yaklaşımlar direngen bir tutuma ve öfkeye yol açabilir. Tuvalet eğitimi sırasında ağır utandırma, suçlama ve cezalarla karşılaşan çocukta utanç ve kuşkuculuk duyguları yerleşir, seçim yapabilme ve irade yetileri bozulur.

Anal dönemdeki hatalı anne-baba tutamları, ileri dönemde aşırı titizlik, cimrilik, inatçılık, aşırı düzenlilik, kararsızlık, tuvalet takıntısı gibi özelliklerle seyreden anal kişilik yapısına yol açabilir. Bu özellikler sıklıkla takıntılı kompulsif kişilik yapısını oluşturur.

Ebeveynler 2–3 yaş çocuğunda emzirme, beslenme, uyutulma gibi uygulamalara verdikleri önemi tuvalet eğitimi, bağımsızlık kazanımı ve saldırganlıkla baş etme konusunda yetiştirme ve öğretme çabalarına bırakmalıdırlar.

Fallik Dönem / Girişim Dönemi:

2,5 – 3 yaşlarına gelindiğinde, önce oral sonra anal bölgenin hakim olduğu cinsel dürtünün doyurulma nesnesi, doğrudan üreme organının kendisi olmuştur. Çocuğun dikkati cinsel ayrılıklara, cinsel organlara ve bunların anlamlarına yönelmiştir. Psikanalitik kuramda eşeysel organın direkt kendisinin cinsel haz bölgesi olarak kabul edildiği bu evre fallik dönem olarak isimlendirilir. Freud'un tanımlamasına göre bu dönemde "fallusun üstünlüğü ilkesi" vardır ve hem erkek hem de kız çocuk erkek eşeysel organını daha üstün olarak kabul etmektedir.

Fallik dönemin iki önemli sorununu iğdişlik korkusu ve Ödipus çatışması oluşturur.

3 – 6 yaş arası çocukta dil ve bilişsel yetilerin hızlı bir gelişimi ile birlikte ben-merkezcilikten toplum-merkezciliğe yöneliş vardır. Cinsel kimliğinin farkındalığına vararak, cinsel kimliğini oluşturmaya başlayan çocuk, çevreden ve diğer insanlardan ayrı bir kişi olduğunu kavrayarak kendi kişiliğine biçim verme denemelerine başlar. Kendine sağlanan güven ortamı ve özerklik gelişiminin desteklenmesine paralel gelişecek, bitmek tükenmek bilmeyen bir soruşturma, öğrenme eğilimi içindedir. Özgür ve uyarıcı bir ortam çocuğun merak duygusunu geliştirir. Çocuk artık küçük bir adam gibidir. Cinsel benlik duyguları başlamış, cinsiyetine uygun rolleri öğrenmiş, toplumun cinselliğe bakışını, cinsel yasak ve değerleri sorgular ve öğrenir hale gelmiştir. Sürekli bir şeyler yapma, büyüme isteği, bilinmeyen konulara dalma ihtiyacındadır. Girişimci ve atılgandır. Bu dönemde verilecek cezalar, korkutma ve suçlandırma yoluyla atılganlığını engelleme çabaları ileride girişim kısırlığı ve aşırı çekingenliğe neden olabilir.

İğdişlik korkusu fallik dönemde erkek çocuk için ciddi bir çatışma kaynağıdır. Erkek çocuğun benliği ve varlığı ile eşdeğer bir anlam ve önem kazanan penis, toplumsal önyargı ve tutumlar nedeniyle de üstün bir organ imajı almaktadır. Çocuğun yaramazlıklarına, gece işemelerine ve pipisiyle oynamasına karşın şaka yolu pipini keserim söylemlerinin yanı sıra, kızlarda penisin olmadığını fark eden erkek çocuk kendi penisinin de yok edilebileceği kaygısı taşır. Çocuğun sık sık penisine bakması, başkalarına göstermesi, onunla oynamamsı, penisinin yerinde durduğuna, sağlam olduğuna dair güvence ihtiyacındandır. Bu yaşlarda yapılacak sünnet olayı da iğdişlik korkusunu tetikler. Özellikle 3 – 6 yaş arasında sünneti tavsiye etmiyoruz. Penisle ilgili korkuyu başka organlara yönelterek özgül fobi geliştirme, penisle aşırı oynama, penise dokunmayı tümden bırakma, penisinin çok küçük olduğuna inanma, kendini kız görme, iğdişlik korkusunun yansımalarıdır. İğdiş edilme korkusunun kızlarda karşılığı "penise imrenme" dir. Bu durum erkek çocuklara göre daha az travmatiktir. Bundan dolayı kızlarda fallik dönem daha çalkantısız ve yavaş sürer. Penise imrenme ileri dönemde erkeklerle aşırı yarışma ya da yenilgiyi kabullenme nedeni olabilir.

Ödipus çatışması, fallik dönemin diğer bir sorunudur. Bu dönemde de hem erkek, hem kız çocuk için temel sevgi nesnesi anne olmakla birlikte, artık çocuk-anne ilişkisine eşeysel bir anlam da yüklenmeye başlamıştır. Erkek çocuğun, en yakınındaki karşı cins olan annesine özel bir sevgiyle yönelerek babasıyla rekabete girip, ona kıskançlık duyması Ödipus karmaşası olarak isimlendirilir. Anneye sevgisi yüzünden babayı kıskanan ve ona karşı olumsuz duygular hisseden erkek çocuk aynı zamanda babası gibi olmak istemekte, ona da sevgi duymaktadır. Babaya karşı duyulan bu iki-değerli tutum ve anneye duyulan tek taraflı ilgi ve sevgi Ödipus karmaşasını oluşturur.

Çocuk babaya karşı duyduğu kıskançlık nedeniyle cezalandırılmaktan korkar. En büyük ceza da iğdiş edilmektir. Bu korku Ödipal sevgiden daha ağır basar, duyulan korkunun şiddeti çocuğun anneye olan Ödipal sevgisini yavaş yavaş bırakmasına ve baba ile özdeşim yapmasına neden olur. Kızlarda ise Ödipus çatışması daha karmaşıktır, kızlardaki penise imrenme onları babaya yaklaştırır. Babaya yaklaşan çocuklar, babayla özdeşim yaparken onun değerlerini, iyi-kötü algılarını da kendi kişiliklerine sindirmekte, yavaş yavaş bir süperego geliştirmektedirler. Bu sürecin evrensel mi olduğu, yoksa baba-erkil toplumlara mı özgü olduğu bir tartışma konusudur.

Ödipal çatışmayı ve iğdişlik korkusunu çözemeyen kişiler, ebeveynlerinden kopamayan, evlenemeyen, eş seçemeyen, anne-babaya aşırı düşkünlük gösteren, aşırı çekingen, girişim yeteneği zayıf, suçluluk duyan, cinsel ilişkiden kaçınan, cinsel korkularını yenemeyen, cinsel soğukluk yaşayan, cinsel işlev bozuklukları geliştirebilen, cinsel kimlik sapmaları yaşayabilen, karşı cinse yönelik olumsuz tutumlar sergileyen, hipokondriazise eğilimli psikosomatik hastalıklara sahip bireyler olurlar.

Özdeşim yapacak ebeveyn yokluğu, ebeveynlerin korkutucu ve cezalandırıcı yaklaşımları, anne-babanın çocuğa aşırı düşkünlüğü, çocukta suçluluk hisleri doğuracak ebeveyn davranışı, çocuklara çok erken yaşta aşırı sorumluluk yüklenmesi, toplumun cinselliği aşırı yasaklayıcı, suçlayıcı, utandırıcı tutum ve töreleri fallik dönemde saplanmaya neden olabilir.

Sünnet olayı ülkemizde fallik döneme ait ciddi bir sorun kaynağıdır. Araştırmalar Türk toplumunda erkek çocuklarının en az yarısının 3 – 7 yaş arasında sünnet olduğunu göstermektedir. İğdişlik korkularının yoğunlaştığı dönemde yapılan sünnet ruhsal açıdan travma kaynağı olmaktadır. Sünnet olayı kızları da etkilemektedir. Kız çocukta var olan penise imrenme duygusu, erkek çocuğun sünnet törenindeki hediyeler, eğlenceler, statü kazandırıcı davranışlar nedeniyle pekişmekte, kızlarda eksiklik duygusu yaratabilmektedir. Bunlardan dolayı sünnetin 0 – 1 yaş ya da 7 yaşından sonra yapılmasını öneriyoruz.

Gizillik Dönemi:

Okula başlama yaşı olan 6 – 7 yaşlarda başlayarak, 12 – 15 yaşlarına yani ergenlik dönemine kadar süren gizillik döneminde, önceki dönemlerde yaşanan çalkantı ve çatışmalar yatışır, bir bekleme sürecine girilir. Bu bir nevi ergenlik döneminin hızlı değişimli, bocalamalı dönemine hazırlık gibidir.

Bu dönemde çocuğun bilişsel ve duygusal yetileri belli bir olgunluğa gelerek, önceki dönemlerin büyüsel, dürtüsel, somut düşünce tarzı yerini kavramsal ve soyut düşünebilme, gerçeklik ilkesine dayanma biçimine bırakmaya başlar. Duygusal tepkiler toplumsal koşullara uygun nitelik kazanarak kontrollü verilir. Çocuksu ağlamalar, tutturmalar, çırpınmalar azalarak kaybolacaktır. Anne babaya olan tutkunluklar, çelişkili duygular sönmeye başlamış, cinsellik uykuya yatmıştır.

Okul, oyun, öğretmenler, arkadaşlar, spor aktiviteleri, farklı uğraşılar ön plana çıkmıştır. Çocuğun benliği ailenin dar alanından toplumsal çevreye yönelmiştir. Artık sadece anne-babayla değil, öğretmenler, arkadaşlar, diğer yetişkinlerle de özdeşim yapılacaktır. Anne babadan alınan değerlerin yanına toplumsal değer ve kurallar da eklenecek, ayrıca kendi değer ve yargılarını da devreye sokacaktır. Bu bağlamda gizillik dönemi süperegonun geliştirildiği bir çağdır.

Gizillik dönemi, oral, anal eğilimlerin, iğdişlik korkuları, Ödipal çatışmaların dindiği ve kaybolduğu bir dönemdir. Dürtüler cinsel ve saldırgan amaçlarını bırakarak enerji yüceleştirme (sublimasyon) için kullanılacaktır. Okuma, oyun, toplum için geçerli olan araç ve gereçleri öğrenme temel uğraşı alanlarıdır. Çocuk toplumun bir bireyi olmak için çabalamaktadır. Yüceleştirme, gizillik döneminin temel savunma düzeneğidir. Burada dürtü nesnesi değişerek başka bir obje ya da eyleme yönelmektedir. Örneğin, önceki dönemlerde çocuksu cinsel eğilimlerle anne-babasını gözetleme davranışı gösteren bir çocuk bunu araştırıcılık, gözlemcilik yeteneğine dönüştürebilir.

Ezberci, girişim ve yaratıcılığa önem vermeyip, ödeve yüklenen bir öğretim tarzı, arkadaş gruplarından yoksunluk, özdeşim olanaklarının kısıtlılığı, çocuğun kalıtsal ya da sonradan kazandığı sakatlık, hastalık gibi sorunlar gizillik dönemini sekteye uğratabilir. Bunun neticesinde aşağılık ve yetersizlik duyguları, yalnızlık ve içe dönüklük, toplumsal beklenti ve kurallara baş kaldırma ortaya çıkabilir.

Ergenlik Dönemi (Puberte, Adölesan, Delikanlılık, Erinlik):

Ana-babaya bağımlılıktan kurtulup, cinsel kimliğin kabullenilip, toplumsal yerini oluşturma ve bir mesleğe yönelmenin gerçekleştiği 8 – 10 yıl süren kritik bir çağdır. Ortalama 12 – 20 yaşlarını kapsar. Eskiden yaşanılmış çatışmalar, cinsel yönelişler yeniden yaşanır ve biçimlenir. Hızlı büyüme ve hormonal değişimin getirdiği cinsel dürtü aktivasyonu, duygusal coşkular ve düşüncel bocalamalar yaratabilir. Ebeveynler çocuklarını bu çağda tanımakta zorlanırlar. Çocukluk döneminden kalan sorunların çözümü ve yeniden şekillenmesi bu dönemde olacaktır.

Psikiyatri ve Psikoterapi Merkezi Antalya.
Psikiyatrist E. Filiz Uluhan.