Davranışın Psikolojik Temelleri


brain-2062057_640Davranışın psikiyatrik ve psikolojik açıdan değerlendirmesinde iki temel yaklaşım vardır.

Davranışın psikiyatrik ve psikolojik açıdan değerlendirmesinde iki temel yaklaşım vardır. Tanımlayıcı yaklaşımda Kraepelin'in öncülüğünü yaptığı, hastalığın klinik belirtileri, tanımlanması ve sınıflandırması baz alınır. Psikodinamik yaklaşımlar ise Freud'la popülerlik kazanmış olup, davranışların altında yatan güçleri, anlamlarını ve nedensel etkenleri açıklar. Psikopatolojilerdeki anlamsız gibi görünen birçok belirtinin anlamı dinamik psikiyatriyi doğurmuştur. Davranışı açıklayabilmek için aşağıda bahsedeceğimiz kavram ve teorilerin bilinmesi gerekir.

Bilinç ve Bilinçdışı:

Uyanıklık, farkında olma, ayırt edebilme durumu bilinçlilik olarak bilinir. Organizma sürekli bir uyaran bombardımanı altındadır. Dışarıdaki her ses, her renk, her obje, kalbimizin çarpması, nefes alıp vermemiz, önümüzde akan trafik, gökyüzünde uçan uçak, her konuşma organizma için bir uyarandır ve insan zihninde bir algı oluşturur. Bu yoğun uyaran etkisi düşünce, duygu ve anı anlamında çoğu kez bilinçli algılama ve ayırt etme yetisinin dışında kalır. Tüm uyaranlar algılansa zihin karmakarışık olur ve bunun altından kalkamazdı. Farkındalığımız dışında gelişen her şey zihnimizden tümüyle silinmemektedir. Bu bilgiler bilinçdışına atılmakta ve orada beklemektedirler. Dinamik ruh hekimliğinin temeli de bu bilinçdışı kavramına dayanmaktadır.

Bilinçli zihinsel süreç gerçeklere uyumu ve mantıksal düşünceyi temel alır. Neden-sonuç, yer-zaman bağlantıları gerçeğe uygun olarak kurulur. Bu gerçeği değerlendirme yetisidir. Çocukluğun ilk yıllarında düşünce mantıksal ve dış gerçeğe uyumsal nitelikte olmayıp, olgunlaşma ve öğrenme ile bu süreç tamamlanacaktır.

Bilincimizde o anda bulunmayıp, dikkat ve bilinçli çabala ile çağrılabilen anı, düşünce, duygu ve dürtülerin yer aldığı zihinsel bölge bilinç öncesi olarak adlandırılır. Silinmiş gibi görünen herhangi bir bilgi, olayla ilgili bir çağrışım veya uyaranla bilince geri gelir.

Bilinçdışı ise kişinin kendi çabası ve iradesiyle bilince çağırıp, farkına varamadığı ruhsal süreçlerin saklandığı yerdir. Bilinçdışına hipnoz, serbest çağrışım ve düşlerin analizi ile ulaşılabilir. Bilinçdışının önemi burada bulunan eski yaşantı, anı ve isteklerin yer ve zamana bağlı olmaksızın eski güç ve enerjilerini sürdürerek, davranışlarımız üzerinde etkili olmalarından gelmektedir. Bilinç, bilinç öncesi ve bilinçdışı dinamik bir etkileşimle birbirleriyle bağlantı halindedir.

Bilinçdışı korku ve saplantılar kişinin tüm hayatını etkileyebilir. Örneğin; birçok akılcı varsayımlar öne sürerek, evlenmeyi erteleyen annesini bırakamayın bir erkeğin bilinçdışında ödipal bir saplantı olabilir.

Ruhsal Aygıt:

Organizmayı koruyan ve uyum sağlayan işlevlerin tümü benlik adı altında toplanır. Benlik (ego), alt benlik (id) ve üstbenlik (süperego) aralarında kesin sınırların olmadığı, birbiriyle sürekli dinamik bir etkileşimin bulunduğu soyut kavramlardır.

İd (alt benlik), kalıtımla geçen, doğuştan var olan, içgüdüsel dürtülerin kaynağıdır. Tümüyle bilinçdışıdır ve kural tanımaz. Erken çocukluk çağında alt benlik egemendir. Alt benlik zaman ve yer tanımaksızın boşalma, doyum ve hazza yöneliktir. Bekletme ve ertelemeye tahammülü yoktur. Karşıt dürtü ve eğilimler alt benlikte yan yana bulunabilir.

Altbenlik (id) ile dış dünya arasındaki arabulucu rolünü ise benlik (ego) üstlenmiştir. Ego, ruhsal yapının düzenleyici, denge ve uyum sağlayıcı kısmıdır. Ego, bu uyumu sağlarken, ilkel dürtüsel güçleri, çevresel koşullar, zaman ve yer bağlamında en uygun ortamda doyurmak isterken, süperegoyla da bir uzlaşı sağlamak durumundadır. Benliğin asli görevi organizmayı acıdan korumak ve doyum sağlamaya çalışmaktır. Benlikte, alt benliğin aksine gerçeklik ilkesi hakimdir. Bekletebilme, erteleyebilme, dürtüleri alternatif yollarla doyurma, dürtüyü bastırma, uygun yer ve zamanda doyurmaya yönelik girişim gelişmiş benlik ile mümkündür. Altbenlikte doyum ve haz ilkesi egemenken, benlikte gerçeklik (realite) ilkesi egemendir. Gerçeklik ilkesini uygulayabilmek için bireyde gerçeği değerlendirme yetisi bulunmalıdır. Bu neyin düşünce, neyin eylem ve olay, neyin hayal, neyin gerçek olduğunun bilinmesidir. Psikoz gibi gerçeği değerlendirme yetisinin zayıflaması durumunda ego da zayıflayacaktır.

Üstbenlik (süperego) ise çocukluk yılları boyunca gelişen, anne baba ve toplumsal değer yargılarını içeren özel bir yapıdır. İlk yıllarda anne-baba ve diğer önemli kişilerin değerleriyle gelişmeye başlayan üstbenlik sonraki yıllarda okul ortamı, öğretmenler, arkadaşlar gibi toplumsal ilişkilerde sağlanan özdeşimlerle yapısını tamamlar. Psikanalitik yaklaşımda süperegonun temelleri, ödipus çatışmasını çözme sırasındaki, ebeveynle yapılan özdeşimle atılmaktadır. Üstbenlik yargılayıcı tarzda çalışır. İnsandaki temel belirtisi suçluluk duygusudur. Yasak olarak benimsenmiş herhangi bir düşünce ve eylem suçluluk hissi doğurur. Bu suçluluk duygusunun derinliği ve ağırlığı üstbenliğin gücünü yansıtır. Üstbenlik çok katı, özür tanımaz ve bağışlayıcı yaklaşmazsa benlik, süperegonun baskısı altında ezilir. Bu da birçok psikopatolojide rol oynar. Çok gevşek bir üstbenlik ise toplumla uyumsuz, benmerkezci bir birey yapısına sebep olur.

Motivasyon / Güdüleme:

İnsan davranışında uyarana verilen tepkide birçok faktör rol oynar. Organizmanın kalıtsal ve yapısal özellikleri yanında güdüleri, alışkanlıkları, tutum, görüş ve değerleri de kişilerin davranışlarında farklılıklar yaratır.

Güdü, organizmayı belli ve düzenli bir davranışa yönelten durumdur. Bunlar açlık, cinsellik gibi fizyolojik gereksinimlerden doğabildiği gibi başarı, meslek sahibi olma gibi psikososyal öğrenme süreçleriyle elde edilen güdüler de olabilir.

Dürtü, organizmanın uyarılma durumu olup, bir eksiklik ya da nahoş bir uyaranı düzelterek eski durumu almaya yönelik bir itme, canlanmadır. Güdü ve dürtü terimleri çoğu zaman birbiri yerine kullanılabilmekle birlikte, dürtü daha çok biyolojik gereksinimleri içerir, güdü ise daha geniş kapsamlıdır. Onurunu koruma, başarılı olma, sevme ve sevilme, güven ve korunma güdüleri toplumsal öğrenme, yaşam deneyimleri gibi farklı etkenleri de içeren daha komplike kavramlardır.

İçgüdü ise, türe özgü, kalıtımsal, öğrenilmeden de mevcut olan, değişmeyen, kalıplaşmış davranışları doğuran ve sürdüren güçlerdir. Dürtü ve güdüler zaman içinde amaçlarını, nesnelerini, yapılarını değiştirebilirken, içgüdüler değişime uğramaz ve doğal olarak bulunur. Açlık, üreme, annelik gibi içgüdülerin insanlarda hayvanlardan farklı seyrettiği de bilinen bir gerçektir. Açlık grevi yapan bir insan, tok olduğu halde güzel bir yemeği reddedememe, doğum yapmak istemeyen bir kadın gibi örnekler bu konuda tartışmaya açıktır. Bazı araştırmalar hayvanlardaki bir takım içgüdülerin de oldukça karışık olduğunu ve yaşamın ilk anlarındaki öğrenme ile bağlantılı olduğunu göstermektedir.

Dürtünün amacı organizmanın gereksiniminin giderilmesi ve doyumunun sağlanmasıdır. Açlık, susuzluk, cinsellik, ağrıdan kaçma dürtüleri, birincil dürtülerdir ve temelinde koruma ya da bir gereksinimi doyurma söz konusudur. Psikolojik ve toplumsal gereksinimleri karşılamaya yönelik itici güçler ise Psikososyal güdüler olup, ikincil güdülerdir. Güven, korunma, yeterlilik, sevgi, toplumsal saygı, özellik gösteren Psikososyal gereksinimlerdir.

Gerek birincil, gerekse ikincil hiçbir dürtünün kendisi organizmanın dengesini bozmaz. Dürtülerin kendisi değil, karşılaştıkları çatışma ve engellemelerinden doğan durumlar psikopatoloji kaynağı olmaktadır ki psikiyatrinin konu aldığı nokta da budur. Gereksinim ve güdülerin bilinçdışında da varlığını sürdürdüğünü bilmeliyiz. Psikoterapide bu bizim için önemlidir.

Doyum ve hazza yönelen dürtü engellendiğinde bir gerginlik, istenmeyen bir durum gerçekleşmiş olur. Bu durumda organizma ya bu isteğinden vazgeçer ya da engeli ortadan kaldırmaya yönelir. Burada yaşa ve öğrenme sürecine göre engeli ortadan kaldırmak için saldırma veya tamamen geri çekilme gibi agresif yöntemlerin yanı sıra beklemek, ertelemek, gereksinimi bırakmak ya da nesneyi değiştirmek gibi savunmalar devreye girmektedir. Engellenme yalnızca bilinçli bir süreç olmayıp, bilinçdışı birçok etken de söz konusudur.

Birbirine uyumsuz birden çok dürtü ya da dürtü nesnesi ile karşılaşan organizma bir çatışma içinde kalır. Ambivalans dediğimiz iki değerlilik durumunda duygusal çatışma olur. Çatışma da bir çeşit engellemedir ve gerginlik doğurur. Çoğu bilinçdışında yaşanan bu çatışmalar ruhsal bunalım ve bozukluklar da rol oynar. Bu çatışma psikodinamik yaklaşıma göre id, ego, süperego arasındaki uyuşmazlığa bağlıdır. Altbenliğin isteklerinin, çevresel gerçekler ya da üstbenliğin yasakları nedeniyle benlik tarafından gerçekleştirilmemesi veya benliğin izin verdiği bir davranışın üstbenlik tarafından ağır biçimde suçlanması çatışmayı doğurur. Özellikle çocukluk döneminden kalan içsel çatışmalar, ileri dönemde günyüzüne çıkarak ruhsal bunaltıya yol açabilmektedir.

Bunaltı / Anxiete:

Korkuya benzer bir duygu olan bunaltı, sanki kötü bir şey olacakmış hissi doğuran nedeni belirsiz sıkıntı, endişe halidir. Halk arasında bungunluk, bun basması, daralma gibi sözcüklerle de ifade edilir. Bunaltı, ağır durumlarda panik atak derecesine varabilir. Bilinçli bunaltının kalp atımı ve kan basıncında yükselme, kaslarda gerginlik, tüylerin diken diken olması, göz bebeklerinde genişleme, ağızda kuruma, ciltte soluklaşma, ellerde titreme ve terleme, midede gaz, geğirme, dışkılama ve idrar yapma isteğinde artma gibi fizyolojik belirtileri ve yukarıda bahsettiğimiz kendine özel duygudurumu vardır. Savunma düzeneklerinin işletilemediği ya da yetersiz kaldığı durumlarda bilinçdışı bunaltı, klinik belirtileriyle görünür hale gelmektedir. Bilinçdışı bunaltı ise bireyin benliğinde yaşanmaktadır.

Varoluşçu açıdan bunaltı, varoluşa karşı yok oluş gerçeğinin farkına varılmasından kaynaklanır. Bireyin doğrudan varoluşuna yani özüne karşı bir tehdit algısı, "hiç" olacağı duygusu bunaltı doğurur.

Tehlikesiz uyaran ve nesneleri, yanlış öğrenme yoluyla farklı algılayıp, değerlendirme hatası yapıldığında da herhangi bir iç çatışma yaşanmadan bunaltı duyulabilir.

Psikanalitik yaklaşımda ise altbenlik, benlik ve üstbenlik arasındaki dengesizlik ve bağdaşmazlık iç çatışma yoluyla bunaltı sebebi olmaktadır. Benlik, altbenlik dürtülerinin doyum arzusu ile üstbenliğin aşırı baskısı altında ezilerek dengesini yitirirse, ortaya çıkan bilinçdışı çatışma benliğe yönelik bir tehlike olarak algılanır ve bunaltı duyulur. Kısaca özetlersek kaynağı belli olan, bilinçli tehlikeye karşı duyulan tepki korku, nesnesi bilinmeyen, kişi tarafından tanınmayan, içten gelen tehlikelere karşı duyulan tepki ise bunaltıdır.

Antalya Psikiyatri Merkezi.
Psikoterapi Merkezi Antalya.
Psikiyatrist Emine Filiz Uluhan.