Depresyonun Psikolojik Yönü


depresyonun psikolojik yönüBirçok psikiyatrik hastalıkta psikodinamik, psikososyal ve nörofizyolojik etkenler rol oynar.

Psikolojik rahatsızlık ve psikiyatrik hastalıkları sadece kimyasal bir dengesizlik olarak görmek mümkün değildir. İntrapsişik yapıları, içsel nesne ilişkilerini, bilinçdışı çatışmaları, yetersizlik ve çarpıtmaları görmezden gelen bir psikiyatrist tanı ve tedavide pek çok noktayı atlayacaktır. Bireyin psikolojisini çözmeyen psikiyatrik yaklaşımlar başarısızlığa mahkûmdur.

Depresyon da biyokimyasal değişikliklerin yanısıra karmaşık psikolojik örüntülerden kaynaklanan bir hastalıktır. Bu yazımızda depresyonun psikopatolojisini ele alacak, depresyon nasıl olur sorusuna yanıt arayacağız.

Depresyon oluşumunda psikodinamik yaklaşım:

Klasik Freud yaklaşımı depresyonu oral döneme saplanmanın sonucu olarak ele alır. Bu bireyler çevreden sürekli narsistik destek arayışındadır. Bu nedenle saldırganlık ve öfke duygularını devamlı kontrol etme durumunda kalırlar. Bu da katı ve eleştirici bir süper ego gelişimine yol açar. Benlik saygısı kaynağı olarak başkalarına yaslanma ihtiyacında olan bu kişiler gerçek bir kayıp, kayıp tehdidi ya da kayıp olarak algıladıkları herhangi bir yaşantıda kolayca depresyona girerler.

Karl Abraham ise depresyonlu bireylerin ilişkilerinde yoğun bir kararsızlık (ambivalans) yaşadıklarını söylemektedir. Bu kişiler başkalarına yönelik güçlü bir nefret duygusu yaşamakta, ancak bunu baskılamaktadır. Bilinçdışındaki “ben insanları sevmem, onlardan nefret etmem gerek” düşüncesi başkalarına yansıtılmakta”, “onlar benden nefret ediyor” algısına çevrilmektedir. Kişisel yetersizlik hisleri ile desteklenen bu algı da bireyi depresyona götürmektedir.

Klein ise, depresyon oluşumunda sevginin kaybı korkusunun yanında, nefret edilen nesnenin arzulanmasının getirdiği suçluluğu ön plana çıkarmaktadır.

Fenichel kişinin kendilik saygısı ve onuru ile bağdaştırdığı her hangi bir şeyin kaybının depresyon üzerindeki rolüne dikkat çekmektedir. Narsistik bir doyum aracı olan sevgi yaşantısı depresyona yatkın bireylerde çok önemlidir. Sevileni ve sevgiyi yitirmek, kendi varlığını yitirmek anlamına geldiğinde birey depresyona girer.

Jacobson ise aşırı merhametsiz süper ego, gerçekçi olmayan ya da abartılı biçimde yüceltilmiş sevgi nesnelerinden oluşan hatalı benlik ideali, küçültülmüş ya da çarpıtılmış beden imajının getirdiği olgunlaşmamış ve kendini eleştirici benlik işlevlerini depresyon oluşumunda öne çıkarır.

Bibring ise oral dönemin değerli olma, sevilme ve takdir edilme, anal dönemin iyi ve sevecen olma, fallik dönemin güçlü, üstün, büyük ve güvenli olma gereksinimlerinin doyurulmadığı, çocuk benliğin ihtiyaçlarının sürekli biçimde engellendiği durumlarda depresyona yatkınlık geliştiğini söyler. Engellenen şeyler kişinin kendisi hakkında iyi düşünmesi için gerekliyse birey depresyona girecektir.

Arieti ve Bemporad depresyon oluşumu ve depresyona yatkınlıkta kişinin değer duygusunun, kendi bağımsız çabasından ziyade başkalarının övgülerinden elde edildiği durumların önemine dikkat çekmektedir. Bu kişiler annesinin gözüne girmek için kardeşlerinin bakımını üstlenebilir ya da yetişkin bir kadın eşinden sevgi, övgü ve destek almak için aşırı fedakâr anne rolünü üstlenebilir, kocasının aşağılama ya da sadakatsizliğini kendi kusurlarına bağlayabilir.

Arieti ve Bemporad kişinin benlik saygısını güçlü bir amacın başarılmasına dayandırdığı durumlarda da depresyona yatkınlık olacağını belirtirler. Örneğin böyle bir erkek bütün idealini işinde yüksek görevlere gelmek üzere kurabilir. Böylece herkes saygı ile önünde eğilecek, aynı zamanda anne- babasının onun için yaptıkları fedakârlıkların karşılığını verecektir. Bu amaçla hobi, tatil, özel ilgi alanları oluşturmadan durmaksızın çalışır, eşinin ve ailesinin yaşamlarını kendi işine göre planlamasını bekler. Bu kişiler yalnız, kibirli ve obsesiftir.

Arieti ve Bemporad depresyona yatkınlık ve depresyon oluşumunda üçüncü bir karakter yapısı daha tanımlamışlardır. Bu kişiler ailesi ya da içinde bulunduğu toplumun kültürel yapısı nedeniyle güçlü tabulara sahiptirler. Bundan dolayı sağlıklı bir doyum biçimi oluşturamamışlardır. Boşuna yaşama, umutsuzluk duyguları hâkimdir. Abartılı derecede onurlu ve ahlakçı, kendine ve başkalarına karşı katı ve eleştirici, her hareketinin gözlendiğine inanan, değişme yeteneği olmadığı inancındadırlar. İstismar ya da reddedilme korkuları yüzünden derin ve samimi ilişkiler kuramazlar. Hayatlarında büyük bir boşluk hissi vardır.

Benlik kavramları başarısızlık ya da amaçlarına ulaşamama durumunda tehdit altına giren bireyler depresyona yatkındırlar.

Psikodinamik yaklaşım depresyon nasıl olur sorusunun cevabını ambivalans (zıt duygular arasında bocalama), introjeksiyon (duygusal olarak önemli olan bir kimseyle bilinçdışı özdeşleşme) ve regresyon (yaşanılan düş kırıklıklarının daha önceki çocuksu uyum kalıplarıyla telafi edilmesi) savunma mekanizmalarıyla vermektedir.

Depresyon oluşumunda kişiler arası ve sosyal ilişkilerin rolü:

Depresyon başlangıcından önce evlilik problemleri ve yakın ilişki kaybı sık gözlenen bir durumdur. İş, eş, arkadaş, aile üyeleri ve ebeveynlerle olan sorunlar depresyon gelişimini ve düzelmeyi ciddi boyutta etkilemektedir.

Sosyal çevreyle ve kişiler bazında bozulan roller, doyumsuz insan ilişkileri depresyona sebep olabilmektedir.

Sosyolojik depresyon analizinde toplumun değerleriyle aşırı yüklenen ve kısıtlanan bireylere dikkat çekilir. Bunlar çoğu kez yeni sosyal rollere adapte olamaz ve eski davranış kalıplarını sürdürme eğilimi gösterirler. Buradaki önemli bir kayıp ya da engellenme depresyonu tetikler.

Yakın ve güvenli ilişki eksikliği en önemli depresyon sebeplerindendir. Bireyin kişilik özelliği itibariyle yakınlaşma kapasitesinin yüksek olması depresyondan koruyucu olmaktadır.

Kronik evlilik çatışmaları, boşanma, ayrı yaşama gibi sosyal stresler depresyon öncesi etken olabilmektedir. İstikrarlı ilişkiler, depresyona karşı tampon görevi görse de stabil ilişkiler onay ve destekten yoksunsa tam tersi durumla kronik depresyona zemin hazırlayabilir.

Bekâr ya da yalnız yaşayanlarda depresyon sıklığı tüm psikiyatrik araştırmalarda evlilere oranla yüksek çıkmaktadır. Hastalık ve sağlıkta doyumlu yakın ilişkiler, iş, okul ve akran ilişkilerinde sağlıklı iletişim depresyonu önlemektedir.

Gerek aile bireyleri, gerekse sosyal çevreyle olan iletişimde depresyonlu bireyle ilişkide bulunan kişiler farkında olmadan depresif, huzursuz ve reddedici davranabilmektedir. Depresif hastaların tedavisinde ve depresyonlu hastaya yaklaşımda, bilinçdışı bu tutum önemli olmaktadır.

Çocukluklarında anneden az ilgi ve sevgi, babalarından yetersiz takdir gören, sık ceza alan, susturulan, baskılanan kişiler yetişkinliklerinde depresyona daha yatkındır.

Depresyon gelişimine bilişsel bakış:

Bilişsel model, kognisyon olarak ifade edilen biliş yani zihniyet ile otomatik düşüncelerin duygusal ve davranışsal özellikleri etkilediğini savunur. Yani bireyin kendini ve dünyayı algılayış şekli davranışlarını yönlendirmektedir.

Çarpıtılmış olarak peşin hükümlü düşünme biçimi birçok psikolojik sorun ve psikiyatrik hastalıkta başrolü oynar. Depresyon da bu hastalıklardan biridir.

Depresyonlu bireyler ileriye yönelik olumsuz varsayımların yanı sıra, geçmişteki olumsuz olayları sürekli hafızalarında tutarken, olumlu olayları unutma eğilimi gösteren çarpıtmalara sahiptirler.

Depresyonun bilişsel modelinde bireyin kendisine, yaşantılarına ve geleceğe olumsuz ön yargılarla dolu bir bakış açısı vardır. Kişi kendini yetersiz, eksik, değersiz, terk edilmiş, istenilmeyen olarak görmekte ve bunu yaşantısındaki olumsuz, hoşnutsuz olaylarla bağdaştırmaktadır.

Bu kişiler hayata kara gözlükle bakarlar. Hedefleri yenilemez engellerle dolu, gelecekte ne zaman biteceği bilinmeyen, düzelmesi mümkün olmayan sorunlar, cefalı, mahrum, engelli, zevksiz, doyumsuz bir hayat vardır.

Birey sorunlarla başa çıkabileceğine ya da onları kontrol edebileceğine inanmaz. Her türlü zorluktan kaçma eğilimindedirler. Depresyondaki intihar isteği de bitmek tükenmek bilmeyen, dayanılmaz gelen sorunlardan kaçma eğiliminin son noktasıdır.

Depresyonlu ve depresyona eğilimli bireyler kendilerini yetersiz, akılsız, beceriksiz olarak gördüklerinden ve en küçük sorunu bile aşılamaz algıladıklarından sık sık kararsızlık yaşarlar, kararlarını kendi kendine veremezler. Geleceğe dönük olumsuz ve umutsuz beklenti bütün motivasyonlarını yok ettiğinden enerji kaybı, çabuk yorulma ve hareketsizlik yaşarlar.

Beck’ in bilişsel depresyon kuramı, negatif yönde çarpıtılmış düşünce kalıplarının depresyonda temel rolü olduğuna dayanır. Burada çöküntü duygulanım değil, biliş bozukluğudur.

Depresyonlu bireyler gelecek ve mutluluğa dair olumsuz önyargılara sahiptir. Bunlara şu örnekleri verebiliriz.

  • Hayatım tam bir hayal kırıklığı.
  • Hiçbir şeyin düzelmesi mümkün değil, asla düzelmeyecek.
  • Biri bana kızıyorsa ve sevmiyorsa mutlaka bir hatam vardır.
  • Başkalarına yakın olmaz, onlara sempatik görünmezsem bu hayatta ezilirim.
  • Başarısız olan hep benim.
  • Ne yaparsam yapayım düzelmeyecek.
  • Sıkıcı ve sevimsiz olmasaydım benimle ilgilenirdi.
  • Herkesi memnun etmeliyim.
  • Kötülükler kötü insanlara gelir.
  • Artık bana ilgi göstermez, çünkü onu kırdım.
  • Reddedildim, çünkü çirkinim.

Depresyon oluşumunda üç temel bilişsel hata vardır.

1)Kendine, çevreye ve geleceğe yönelik sürekli olumsuz bakış.

2)Bireyin kendini ve yaşantısını etiketleyen katı ve mantık dışı şemalar.

3)Kendini, dünyayı ve olayları objektif olarak değerlendirmeyi etkileyen gizli varsayım ve mantık hataları.

  • Bu gün aramadığına göre, muhtemelen artık beni görmek istemiyor.
  • Bir hata yapmam, tüm aptallık ve beceriksizliğimi ortaya çıkarır.
  • Herkes tarafından sevilmezsem yaşayamam.
  • Bunu yapamadıysam mutlaka bir hatam vardır.
  • Her zaman dikkatsiz, sakar ve ihmalkârım.
  • Üzerime aldığım her işi başarmak ve herkesten iyi yapmak zorundayım.
  • Değerli olmam için herkes hakkımda iyi düşünmeli, tarzındaki önerme ve söze dökülmeyen eylemler gizli varsayımları oluşturur. Bunlar çoğu kez sevgi, takdir, başarı ile ilgili yanlış kavramları içerir.

Depresyonlu bireyler her türlü olumsuz ve başarısız gelişmeyi kendi yetersizliklerine bağlarken, başarıları kendilerine bağlamaz, sıradan ve olması gereken bir şey olarak görürler. “Her şey”, “Her zaman”, “Asla”, “Kesinlikle”, “Bundan böyle” gibi katı kuralcı bir dil depresyona yatkın kişilerin dilidir.

Olmalı, kesinlikle, hiçbir zaman gibi esnekliği olmayan düşünce yapısı gerçeklikten uzak ve abartılı çıkarsamalara yol açar. “Hayatımın her anını anlamlı ve değerli kılmak zorundayım, bunun için de tüm vaktimi iyi değerlendirmek zorundayım”, “çalıştığım herkes benimle mutlu olmalı” gibi önermeleri buna örnek verebiliriz.

Bilişsel şemalar durduk yerde depresyon oluşturmayabilirler. Ebeveyn ya da sevilen birinin kaybı, sıcak bir ilişkinin bozulması, statü kaybı, ekonomik sarsıntı gibi tetikleyici olaylar söz konusu şemaları aktifleştirebilir. Bunlar da değersizlik, güvensizlik, suçluluk, yetersizlik gibi önceden yerleşmiş inançları gün yüzüne çıkarır ve depresyon döngüsüne girilir.

Depresyon nasıl olur sorusuna, davranışçı yaklaşım, olumlu yöndeki pekiştirici davranışların azalması ile cevap verir. Davranışçı ve bilişsel yaklaşımlar tümüyle bağımsız ele alınamazlar. Depresyondaki öğrenilmiş çaresizlik modeli de bir çeşit bilişsel modeldir.

Görüldüğü üzere depresyonun psikopatolojisinde multifaktöriyel süreçler söz konusudur. Sadece ilaca bağlı bir depresyon tedavisi modeli her zaman eksik kalacaktır. Bugün çağdaş psikiyatri, ilaç tedavisinin yanında, bazı olgularda ise tek başına psikoterapi ile insanların beyin biyokimyaları üzerinde bilinçli kontrol sağlamalarını hedeflemekte, bu doğrultuda hasta ve danışanlara gerekli farmakoterapötik ve psikoterapötik yardımı vermektedir.

Antalya Psikiyatri ve Psikoterapi

Depresyon ve Depresyon Tedavisi Antalya

Psikiyatrist Filiz Uluhan, Antalya 2014, Muratpaşa/Antalya.